5 Nisan günü ABD’nin birçok kentinde Başkan Trump ve Elon Musk’a karşı “hands off-çek elini” mitingleri vardı.
Tarafsız gözlemciler bu eylemlerin ABD’deki son zamanların en büyük protesto gösterileri olduğunu belirttiler.
Aynı gün Fransa’nın başkenti Paris’te, aşırı sağcıların lideri Marine Le Pen’in seçime girmesini engelleyen mahkeme kararını protesto mitingi düzenlendi.
Le Pen, bu engellemenin siyaset eliyle kotarılmış bir “cadı avı” olduğunu söylüyor ve ona karşı savaşacağını ilan ediyordu.
Fransa’nın başka kentlerinde ve değişik meydanlarda da Le Pen lehine gösteriler düzenlendi.
★★★
Aynı süreçte Türkiye’de de eylemler sürüyor, Kurultayda yeniden ve daha güçlü destekle seçilen CHP Genel Başkanı Özgür Özel, meydanlara toplanan on binlere seslenerek bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacağı öngörülen Ekrem İmamoğlu ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki ekibine yönelik tutuklamaları protesto ediyordu...
★★★
ABD ve Fransa’da münferit olayları bir kenara bırakırsak, şiddetten arınmış protesto eylemleri demokratik hak kullanma anlayışı ve hoşgörü çerçevesinde geçiştirilmeye çalışılırken, Türkiye’de, özellikle genç eylemciler güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle karşılaşıyor ve bir bölümü kendini cezaevinde buluyordu.
Üstelik bu gençlerin çoğu AKP iktidarında doğup büyümüş ya da bu süreçte kişiliklerini bulmuş çocuklarımızdı.
Peki nasıl oluyordu da, ana akım medyanın ezici çoğunluğunun iktidarın propaganda aygıtı gibi çalıştığı Türkiye’de, haksızlıklara kafa kaldıran ve bu uğurda cezaevine girmeyi bile göze alabilen bir gençlik ortaya çıkabiliyordu.
Sorunun yanıtını ülkemizin saygın iletişim uzmanlarından Prof. Dr. Haluk Şahin şöyle veriyor:
“Son yarım yüzyılın iletişim tartışmalarında, gelecek için umut veren kavramların başında ‘tele demokrasi’ geliyordu.
‘Temsili demokrasi’nin yerini, her konunun halka danışıldığı bir çeşit doğrudan demokrasinin alması fena mı olurdu? Zira yeni teknolojiler bunu pekala mümkün kılıyordu.
Böylece siyasal iletişimde ağırlık giderek sosyal medyaya kaydı. Gazete ve dergiler önemsizleşti. Ancak enformasyon çokluğu, bolluk değil, bir curcuna yarattı. Meydanı troller ve robotlar bastı. Doğru bilgiye ve rasyonel karara dayandığı iddia edilen demokratik kamusal alan, kokuşmuş bir çöplüğe dönüştü.
★★★
Niçin mi böyle oldu? İnsan denen ‘siyasal hayvan’ (Aristoteles) canavarlaştırıldığı için.
Elon Musk gibi açgözlülerin kutsadığı ‘algoritmalar’ sürekli olarak ‘siyasal hayvan’ın içindeki hayvani zaaflara servis yaparak onların öne çıkmasını sağladılar. Yani içimizdeki iyi insan bastırıldı, kötü insan ise kışkırtıldı. Algoritma mühendisleri insanları, deve karıncaları gibi kapıştırıp dövüştürerek para kazanmanın yollarını aradılar ve buldular: Çatışma, kavga, küfür, ırkçılık, kadın düşmanlığı, yabancı nefreti, bağnazlık... Bunlar ilgi çekiyor ve para getiriyordu.
Bu keşfe göre işleyen botlar, robotlar, troller ve at sineklerinin ağır bastığı bir iletişim çöplüğünden ne çıkar?
İnsanın son kertede dürüst ve akıllı olduğu varsayımından yola çıkmış olan demokrasi çıkar mı?
Oradan gelen bilgi ve yönlendirmelerin sonucu ne olur? Kaos, curcuna, çürüme, kokuşma...
★★★
Hayatları ekran önünde geçmiş olan çocukları meydanlara ve sokaklara iten işte bu pis kokudur. Oradan kurtulup gerçek hayata geçmek istiyorlar. ‘Çevrimiçi’nden ‘eylemiçi’ne, ‘on line’dan ‘in life’a...
Bunu ideolojik ilkelerden çok, mideleri kaldırmadığından yapıyorlar. Olup bitenleri şematik olarak değil, etik olarak değerlendiriyorlar. Kötü bulduklarına bir refleks gibi karşı çıkıyorlar.
Genellikle büyükler, ahlakın bozulduğundan şikayet ederler; bu çocuklar, botlar, robotlar, tetikçiler, kötü politikacılar, yalancılar ve at sinekleri tarafından bozulmuş olan büyüklerinden daha ahlaklılar.
Tutarlılığa önem veriyorlar: Beğenmiyorsan yapma diyorlar! Pislik kaynaklarını boykot etmek istemelerinin nedeni de bu...”
★★★
İktidarın yapması gereken ise onları demir parmaklıkların ardına gönderip susturmaya çalışmak değil, tam tersine gençleri serbest bırakıp, kendi yanlışlarını yargılamak ve mahkum etmek olmalı...