Dün yazar Gökhan Yılmaz ile Silivri’deydik.
Marmara Ceza İnfaz Kurumu’nda tutsak bulunan değerli meslektaşım Fatih Altaylı’yı ziyarete giderken, Halk Kitabevi’nden yeni çıkan “Müjdat Gezen’le Kürek Çekmek- Silivri Yolculuğu” romanımı da götürdüm. Sadece ona değil, Ekrem İmamoğlu ile Aykut Erdoğdu’ya da imzaladım. (Gökhan da kendi kitaplarını imzalayıp emanete bıraktı. Diğer tutuklulardan isteyen olursa, onlara da göndeririz.)
★★★
Cezaevine girişte, Bayrampaşa’da da aynı görevde bulunan bir koruma-infaz memuruyla karşılaştım.
O yıllarda, bir tutuklu ya da hükümlü istediği takdirde Adalet Bakanı’ndan izin alınarak röportaj yapılabiliyordu. Ben de bu amaçla birkaç kez Bayrampaşa Cezaevi’ne gitmiştim.
Orası görülmeye değer, alem bir yerdi. Sokaktan cezaevi avlusuna uyuşturucular, kesici-delici aletler, hatta silah bile atılabiliyordu. Bu eylemi planlayanlar, cezaevine hakim konumdaki apartmanlarda daire kiralıyorlar ve günlerce gözlem yapıp en uygun yeri ve zamanı belirliyorlardı.
Cezaevi koğuşlardan oluşuyor, az sayıda hücre bulunuyordu. Hücreler neredeyse yerin altına konumlanmış, titrek bir ampulle aydınlanan korkunç yerlerdi. Her koğuşun bir kabadayı ağası olurdu.
Koğuştakiler ağanın bir dediğini iki etmezlerdi. Hiç unutmuyorum ağanın biri koğuşun ortasına kocaman bir otağ kurmuştu. Biz cezaevi yetkilileriyle yanından geçerken, istifini hiç bozmamış ve uzandığı taht gibi yerde nargilesini fokurdatmayı sürdürmüştü...
★★★
Emektar koruma-infaz memuruyla bunları konuşup “Nereden nereye...” dedikten sonra tutsaklarla açık görüşün yapıldığı bölüme geçtim.
İnce arama ve retina taramasından sonra Fatih Altaylı kardeşimi göreceğim salona alındım. (Cezaevine girişten itibaren çıktığım ana kadar temas ettiğim tüm görevliler nazik ve saygılıydılar. Hepsine teşekkür ederim.)
Fatih, o dakikalarda başka bir bölümde Muharrem İnce ile görüşüyormuş.
Onu beklerken bir görevli pet şişe su ve cam bardakta çay ikram etti.
Çok geçmeden Fatih, güler yüzüyle kapıda göründü. Sarılıp kucaklaştıktan sonra sohbete başladık. Morali gayet iyiydi. Suçsuzluğuna inananların rahatlığı ve özgüveniyle konuşuyordu. Spor yapıyormuş. Topuk dikeni geçmiş, reflüsü de iyileşmiş.
O bunları anlatırken bir an için bir Fellini filmi sahnesinde olduğumuzu düşündüm. Öyle ya Fatih suçsuz olmasına karşın cezaevindeydi, ben de onun ziyaretçisiydim. Neyse ki bu soyut ruh halinden hemen silkinip kendime geldim ve yüksek güvenlikli cezaevinde olduğum gerçeğiyle yüzleştim.
Ziyaret sonrasında onun YouTube yayınlarını yaptığı stüdyoya gidip değerli ekip arkadaşlarıyla tanıştım ve sevgili Emre’ye izlenimlerimi anlattım.
★★★
Fatih, Silivri’den girdiği gibi dimdik çıkacak ve mesleğine kaldığı yerden devam edecek.
Hem “Teke Tek Bilim” programlarıyla gençlere bilimi sevdirmeyi sürdürecek hem de “Fatih Altaylı Yorumluyor”da ülke sorunlarıyla ilgili görüşlerini aynı cesaretle paylaşacak.
İyi ki Fatih Altaylı’mız var...