Ekrem İmamoğlu ve İBB iddianamesini beklerken...

ARENA programını sonlandırıp haziran başında tatile çıktığımızda, bugün 25 yaşında olan büyük oğlumuz Bora henüz 1.5 yaşındaydı.

Kavurucu sıcaklar bastırmadan ve büyük kent insanları akın etmeden önce, ailece Bodrum’da bir hafta tatil yapmaya karar vermiştik.
O tarihe kadar Bodrum’a sadece haber için gitmiş ve en fazla iki gece kalmıştım.

Köşe yazdığım Hürriyet’in Bodrum muhabirini arayıp, sahibinin yasa dışı işleri olmayan, kara paracılar ve mafya ile bağlantısı bulunmayan bir otel önermesini rica ettim.
İsmini verdiği otele ön ödemeli rezervasyon yaptırıp, Bodrum’a uçtuk.

★★★

O gece tüm sezonun ve yolun da yorgunluğuyla deliksiz bir uyku çektik.
Sabah kahvaltı salonuna inince bir de ne göreyim?

Aleyhinde birçok belgeli haber yaptığımız için hakkımda iyi düşünmediğini bildiğim kişilerden biri de bizim otelde kalmıyor mu?

Kendisi ufak tefek ve zayıftı, ama çevresindeki iri kıyım 7-8 adamı, onu hiç yalnız bırakmıyordu..

Eşime ve minik Bora’ya çaktırmadan -parayı peşin ödemiş olmanın da pişmanlığıyla- ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım.

Ya tatili kesip İstanbul’a dönecek ya da parayı yakarak başka bir otele geçecektik.

Ama orada da benzer bir kişiyle karşılaşmayacağımızın garantisi yoktu.

Çünkü SHOW TV’de çalışırken genel müdürümüz olan meslek büyüğüm merhum Güneri Cıvaoğlu’nun deyimiyle “tabutumuzu taşıyacak” dört kişiyi bir kenara ayırmamış, haberin konusu en yakınımız bile olsa, halkın gerçekleri öğrenme hakkı adına üzerine gitmiştik.

★★★

Kahvaltıyı erken bitirip hemen deniz kıyısına indik.

Tam rahatladığımızı düşünürken o ve arkadaşları da plaja geldi.

Görmemiş gibi yaparak, güneşlendik ve Bora’yı yaşamında ilk kez denize soktuk.

Çok eğlenmiş, çok enerji harcamış ve çok acıkmıştık.

Öğle yemeği için tekrar restorana gittik.

Biraz sonra o ve arkadaşları da masalarındaki yerlerini aldılar.

Artık sürekli bize bakıyor, benimle konuşabilmek için fırsat kolluyordu.

Göz göze gelmemeye çalışarak yemeğimizi yerken, yanımızdaki masayı eşi ve iki çocuğuyla paylaşan bir kişi kalkıp yanıma geldi. “Uğur Bey biz Almanya’da yaşayan gurbetçi bir aileyiz. Tatil için buradayız. Ancak sizin haberlerinizde izlediğimiz karanlık tiplerden birinin de burada kaldığını görüyorum. Üstelik çevresi de kalabalık. Oysa sizin korumanız yok. İzin verirseniz tatiliniz süresince gönüllü korumanız olayım,” dedi.

Teşekkür ettim. “Yaptığımız haberlerin hepsi gerçek. Bunu en iyi bilen de o. Ben vicdanen rahatım. Siz lütfen ailenizle tatilin keyfini çıkarmaya devam edin. Bu içten davranışınızı hayatım boyunca hiç unutmayacağım,” dedim.

★★★

O gün kayda değer bir gelişme olmadan geçti.

Ertesi gün eşim Bora’yı yüzdürmeye uğraşırken “o”, beklediğim gibi yaptı ve koşarak yanıma geldi.

“Uğur Bey hazır yalnızken sizinle biraz konuşabilir miyim?” diye sordu.
“Sizi dinliyorum,” dedim.

Hakkındaki haberlerimizden yakınmaya başlayınca sözünü kestim. “Bakın habercilik bizim işimiz. Ben sizi tanımam ki,” deyince “Yok tanırsınız, tanırsınız,” dedi.

Sordum:

“Peki nereden tanışıyoruz?”
“Sizin gençliğinizin geçtiği İstanbul Kocamustafapaşa’dan..”

“Ama ben sizi hiç hatırlamıyorum!”

“Çok doğal. Çünkü ben sizden 5-6 yaş küçüğüm. Evinizin karşısındaki sokakta otururduk. Arkadaşlarınızla mahallenin arsasında futbol oynarken sizi hayranlıkla seyrederdik...”

Baktım aşağıdan alıyor, konuya damardan girdim:

“Yaptığımız haberlerin hepsi belgeliydi. İftira atmadık, ailenizi ve çoluk çocuğunuzu habere katmadık, özel hayatınıza girmedik. Aksini iddia ediyorsanız buyurun söyleyin,” dedim.

Haberci kişiliğime saygı duyduğunu, amacının sadece kendisini anlatmak olduğunu söyleyerek uzaklaşırken, seslendim:

“Size bir önerim var: Zamanını size bırakıyorum. Bir gün ARENA canlı yayınına konuk olun. Ben sorayım, siz siyasetçi-mafya-bürokrasi üçgeninde tanıklık ettiğiniz Türkiye gerçeklerini anlatın,” dedim.

Evet ya da hayır anlamına gelecek bir tepki vermedi.

Geldiği gibi koşarak uzaklaştı.

Bir daha da hiç karşılaşmadık...

★★★

O kişi, bir süre önce vefat eden Susurluk Çetesi hükümlülerinden eski kumarhaneci Sami Hoştan’dı.

Bu anımı niçin paylaştığıma gelince...

Binlerce sayfadan oluşmasıyla övünülen Ergenekon kumpasının iddianamesinde, hayatımda hiç tanışmadığım merhum Hoştan’ın (!) benimle arkadaş olduğunu yazdılar!

Yakında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ekrem İmamoğlu, diğer belediye başkanları ve çalışanlarıyla ilgili iddianame açıklanacak.

Yandaş gazeteciler bu iddianamenin tuğla kalınlığında olacağını haber veriyorlar.

Dilerim bu iddianamede insanları hiç tanımadıkları kişiler ve yapmadıkları işlerle ilişkilendiren yanlışlar yer almaz...